29 Ekim 2025 Çarşamba

Kaybolunca Okunacak Dua

Bugün sevdiğim birisi bana "sükûn bulman gerek" dedi. 

Kubbealtı Lügatı'na baktım, "sükûn bulmak" için şöyle diyor:

"Sâkinleşmek, rahatlamak, huzûra ermek"

"mec. Mezar."

Bulucaz inşallah be. Şu olaylar bi bitsin.

 


Bir bulut gölgeleniyor bir adamdan, yağmurlanıyor
Onun hatırına yürüyor başımız üstünde bir gökyüzü
İşte o gök için sana minnettarım onu taşıyan omuzlarım için de
Kıymet bilmezin tekiyim derede bir çakıl, kuşta eksik ötüş
Yorgun bir dalgayım denizinden uzak
Suyun düştüğü yerdeyim dünyada
Bir tevbenin o sabah bozulması gibi ellerim
Kalbime gizlenen seni görmek için gözlerime
Biraz ışık biraz daha ışık isterim
Yanlış söylesem de beni doğru anlayan Sana hamd ederim

Peygamber yaşına yaklaştım lâkin dağlarım yok
Dağlanmış bir kalbim var oraya çekilsem olur mu?
Dağlanmış kendi eliyle yaktığı o kızgın çubuklarla
O, aşktan tarihten ve dünya ile yaralanmış
Ağlayan bir tuğrayım sanki o yıkılmış mihrapta

Sana ulaştıran kelimelerden isterim sana ulaştıran yüzlerden
Seni bir babanın inanmış sesiyle çağırmak
Sakın bu yağmur orucumu bozmasın
Diyen çocuğun tedirginliğiyle seni
Seninle konuşmak için bahane araması gibi peygamberin
Seninle lafı uzatmak isterim havadan sudan
Bana kattığın topraktan harçtan
Alıç ağaçlarının yalnızlığından ve de
Bu yılki kuraklıktan seninle
Kalbi kırıklarla beraberim diyeni duyunca
Seninle olmak için hep kalbin bir dal gibi kırılması

De ki uçurumları içine attığın o adam açtı uçurumlarda
Sana çıktım tutunarak senden senin yapraklarına
Gönderdiğin rüzgarları aştım okudum
Aldın beni benden uzağı koydun bana
Koşmak için bir adım attığımda
Mesafeler arttıkça büyüklüğün kapladı o mesafeyi
Yanında bir isim gibi beni
Bir kıyı gibi akan o ırmağa bağışla

Duaya böyle başladım
Duvarda okuyanı kalmamış o tabloyla
Bir adamın göğsünde karşılayıp şiiri yumuşatmasıyla
Bir yüz gördüm ve şöyle dedim;

Amin Amin
Ve'l hamdu lillahi Rabbi'l Âlemin

Said Yavuz

Açlık

"Bir insan hassas diye, illa ki deli olacak diye bir şey yok. 

Önemsiz şeylerle yaşayan ve sert bir söz yüzünden ölebilecek insanlar var."

🎬Sult (Açlık) - 1966

Film, Norveçli yazar Knut Hamsun’un 1890 tarihli aynı adlı romanından uyarlanmıştır. 1890’ların Oslo'sunda yaşayan, açlık sınırındaki genç yazar Pontus'un zihinsel ve fiziksel çöküşünü anlatır.

Roman (1890), modernist edebiyatın öncülerindendir; James Joyce, Kafka ve Camus gibi yazarları etkilemiştir. Carlsen’in filmi ise bu modernist içsel deneyimi sinemaya taşımada bir dönüm noktası sayılır. Özellikle kahramanın halüsinasyonları ve zihinsel çözülüşü, edebiyattan sinemaya aktarılmış ilk güçlü “bilinç akışı” örneklerindendir.

Yazarlık idealiyle yanıp tutuşan Pontus, hem onurunu hem de hayatta kalma içgüdüsünü korumaya çalışırken; açlık, gurur, delilik ve inancı arasında gidip gelir.

Romanın yoğun iç monologlarını ve halüsinasyonlarını görsel dile çevirme konusunda Carlsen’in sineması dikkat çeker. Kamera çoğu zaman kahramanın zihninde gezinir; açlığın sadece bedensel değil, ruhsal bir hal olduğunu hissettirir.

Açlık burada fiziksel olmaktan çok varoluşsal bir semboldür. Modern bireyin yabancılaşması, onur ve topluma uyumsuzluk temaları ön plandadır. Gerçekçilik ile psikolojik dışavurumculuk arasında gidip gelen bir atmosfer vardır. 

Film, Avrupa’da “yoksulluk ve sanatçı yalnızlığı” temasını işleyen en güçlü yapımlardan biri kabul edilir. Per Oscarsson bu filmdeki oyunculuğu ile, 1966'daki Cannes Film Festivali'nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü kazanmıştır.

Şiir

 


Bugün çokça şiir okudum. Ama en çok bunu sevdim.

 
Şiir, Thór Stefánsson’un “Í ljósi þínu” (Senin Işığında) adlı 2003 tarihli İzlandaca şiir kitabından.

Kitabın tam dijital metni kamuya açık olmadığı için şiirin orijinal İzlandaca hâli çevrimiçi bulunmuyor. Ancak anlamca birebir karşılığı şu şekilde:


Ástin kennir okkur að lifa.
Lífið kennir okkur að elska.

İngilizce'ye Anna Margrét Björnsdóttir çevirmiş :

Love
teaches us
to live.

Life
teaches us
to love.

Türkçe çevirisi ise Nesrin Eruysal'a ait :

Aşk
öğretir bize
yaşamayı.

Yaşam
öğretir bize
aşık olmayı.

28 Ekim 2025 Salı

Onlara da bir rahatlama gelecek

 Geçen gün, arkadaş ortamında, birisi hakkında konuşurken, içimizden biri onun hakkında dedi ki:

"Onun kalbi oruspu" olmuş."

Vay anasına! dedim. Vay anasına!

Uzun zamandır bu kadar iyi tanımlama görmemiştim.

***

Uzun zaman önce, yani üniversitede öğrenciyken, bir sınıf arkadaşım vardı. S. 

Başbaşa konuşurken demişti ki "Benim kalbim yalama oldu, düzelmez artık." 

Hakikaten de düzelmemişti. Geçen yıllar içinde savruldu gitti. Başarısız oldu anlamında demiyorum, on numara kariyer yaptı. Ama karşılaştığımızda özellikle baktım gözlerine. "Evet, kalbim hala yalama" bakışı vardı.

***

İlginç olan ne biliyor musunuz? Yalama olmak veya kalbi oruspu olmaktan daha ilginci? Bunu biliyor olmaları. Yani bu bir tercih. Her şeyin, en az sizin kadar farkındalar ve bir tercih yapıyorlar. 

***

Daha önce yazmıştım, "Neden böyle bir şey yaptın?" diye sorduğumda, "Ben şerefsizim abi" diyen çocuğu alnından öpesim geliyor. Onun elle tutulur yanı var. Yaptığını kabulleniyor, itiraf ediyor. Ama diğeri hala oruspuluk peşinde, mantığa bürüyor, mağduru oynuyor, yağ gibi üste çıkmaya çalışıyor. Bunlar da yetmiyor, bir de sizi salak yerine koyuyor. 

***

Eskilerin bir sözü vardır, "Burnu kötü kokuya alışmış kişi, gül bahçesinden rahatsız olur" diye. Sen nice tatlı söylesen de anlamıyor. Tezek kokusu istiyor.

O yüzden böylelerine yapılacak en güzel hareket, söylenecek en güzel laf, Siktir git! demek.

İnanın, bunu duyunca onlara da bir rahatlama geliyor.

Alışmış çünkü o kokuya.

26 Ekim 2025 Pazar

Sen ona duman de




"İlham nedir? diye soruyorsun ya, 
sen ona duman de.
Canlı canlı toprağa gömdüğün acının, 
buhar olup, kalbe yükselmesi de"


Tütünü ciğerine çekmeden anlatılamayacak şeyler vardır.
Ağlamadan anlaşılamayacak şeyler vardır.
 
Anlaşılmamak vardır, sevilmemenin baba bir öpöz kardeşidir.
 
Baharda rüzgara açılan bağırlar vardır. 
Beyaz bulutların anlattığı, 
"Bir vardır, bir yoktur" diyen masallar vardır.
 
Yolda yürürken, bir çocuğun elini düşünmeden tutması vardır. 
O çocukların turnusol kağıdı gözleri vardır.
 
Daha dürüstünü zor duyacağın, 
öfkeyle söylenmiş sözler vardır. 
"Aslında öyle demek istemedim" diyen insanlar vardır.

Kitabın ortasından gelenler, 
sözün bittiği yerden başlayanlar, 
"bir ah de" diyenler vardır.
 
Herkes sanır ki, bir kompozisyondur yaşam, 
giriş, gelişme, sonuç vardır. 
Oysa herkes bilir, 
insanın yarım kalması vardır. 

Güleceksin ama, 
Yüzen Yabani Otlar diye bir film vardır. 
Orada Komajuro Arashi adında bir adam vardır. 
O adamın, oğlunu mu, ciğerini mi ne,
öyle bir şeyi bırakması vardır.
 
Bu dünya böyledir,   
sevmezsen Marvel filmleri vardır. 

İnsanız ama yine de hatırla:

Bidayetinde ne varsa, nihayetinde o vardır. 

Kavil yerlerinde bulamadığım

Pazar sabahı altı buçukta ütü yaptım. Çünkü o an yapılabilecek dünyanın en mantıklı işi, bana, ütü yapmak gibi geldi. Sonra oturdum, kızlarla yaptığım whatsapp yazışmamı ağlayarak günlüğüme yazdım.

Sonuna da ilave ettim:

"Karagözlüm acaba ne yapıyor?"

Bir daha hiç görmedim, hiç sesini duymadım, hiç haberin almadım. 

- Yavrum ben sizi çok özledim. Yarın beraber kahvaltı yapalım da göreyim sizi. Cafe de Madrid'de bekleyeyim. 10'da. Olur mu?

- Biz şu an bunun için hazır hissetmiyoruz, ayrıca sınav haftamız. Belki daha sonra.

- Tamam kızım. Ne zaman isterseniz. İkinizi de öpüyorum.


Nedendir de kömür gözlüm nedendir
Şu geceki benim uyumadığım
Çetin derler ayrılığın derdini
Ayrılık derdine doyamadığım

Dostun bahçesine bir hoyrat girmiş
Gülün dererken dalını kırmış
Şurda bir kötünün koynuna girmiş
Şu benim sevmeye kıyamadığım

Kömür gözlüm seni sevdim sakındım
İndim has bahçeye güller sokundum
Bilmiyorum nerelerine dokundum
Belli bir haberin alamadığım

Karacaoğlan der ki yandım ben öldüm
Her deliliği ben kendimde buldum
Dolanıp da kavil yerine geldim
Kavil yerlerinde bulamadığım

Karacaoğlan

Çiçek aldım

 


Öyle paramparça ki içim; kelimeler artık bir dağı taşımak gibi geliyor. İnsanlar uzay boşluğu gibi. 

Belki de artık yıkılmalıyım.

Oysa inadımdan, el şeyiyle, çiçek aldım.


EYLÜLZEDE - SERKAN SELAY, MERVE NUR KARAGÜL

24 Ekim 2025 Cuma

Günler


Dün gece babam geldi. Çay demledim. Fener'in maçını açtım. İlk yarı bitene kadar oturdu. Neredeyse hiç konuşmadık. 

Kalkarken, "Söyleyeceğin bir şey var mı oğlum?" dedi. 

"Yok" dedim.

"Neden yok oğlum?" dedi.

"Yok" dedim. 

Gitti.

Zeki görse, filmini çekerdi.

20 Ekim 2025 Pazartesi

Korsika'dan Erzurum'a


Her şey bir pazar günü arabayla dolaşırken, çektiğim videoya Spotify'ın bir şarkı önermesiyle başladı.Duyar duymaz vuruldum. "Bu da neyin nesi? Kim bu manyaklar?" dedim. Bir meraktır başladı. 

Önce Şarkı :


Maalesef nette hakkında çok fazla bilgi bulamadım. Ama bulduklarımı özetleyeyim:

* Şarkı "Davia, Sultana Corsa" isimli bir "ipli kukla opera" eserinin 3. perdesinin 2. sahnesine ait. (İpli Kuklalar için Opera - Opéra pour marionnettes à fil- benim hiç bilmediğim bir tür. Ama fikir çok etkileyici. Muhteşem bir birleşim ve görselliktir eminim)

* Müzik ve Yönetmenlik: Jérôme Casalonga ve Henri Agnel
Yorumcu (Davia/Asmae Sesleri): Amina Alaoui (Faslı-Avrupalı müzisyen, özellikle Endülüs müziği yorumcusu)

* 2010 yılında kaydedilmiş ve 2015 yılında yayımlanmış.

* Operanın en çarpıcı özelliklerinden biri, üç dilde (Fransızca, Arapça ve Korsikaca) icra edilmesi. Bu dillerin kullanımı, Davia'nın Korsika (Fransızca/Korsikaca) ve Fas (Arapça) arasındaki kültürel yolculuğunu ve kimlik çatışmasını/birleşimini yansıtıyor.

* Konusu: Aslen Korsika'lı olan bir ailenin, Tunus'da doğmuş kızları Davia, küçük bir kızken köle olarak Fas Sultanı'nın sarayına getirilir. Haremde Ayşe'nin yönetimi altında büyür ve hayatta kalmak için dans etmeyi öğrenir. Kötüler, Davia'nın yükselişini engellemeye çalışır. Davia ise, kaderini bulmak ve efsanevi Dawiya ("Parlak olan") yani Davia olmak için kendi kökenlerinden güç alır. 

* Perdeler ve Temalar :

Perde I: Köken, Çağrı, Sürgün

Principiu ile başlıyor: bir başlangıç çağrısı gibi — sahnenin giriş müziği.

Sahne 1’de “Chjama e rispondi di a fame” başlığıyla, açlık ya da bir ihtiyaç durumu üzerinden karakterin ya da halkın seslenmesi teması var. Bu, hikâyenin kökenindeki zor koşullara işaret ediyor.

Sahne 2 “Lamentu di l’esiliu”: sürgün, yerinden edilme, kayıp temaları. Karakter “evinden uzakta” kalır.

Sahne 3 “U destinu di Marta”: burada bireysel bir karakterin kaderine odaklanılıyor — özgürlük, seçim, zorunluluk… Marta’nın kendi rolünü bulma mücadelesi.

Analiz Notları: Perde I, karakterin ya da toplumun başlangıç durumunu ve çatışmasını ortaya koyuyor. Köken→yoksunluk→kader gibi bir ilerleme var. Müzikal olarak geleneksel Korsika tınıları ile dramatik öğeler birleşmiş durumda.

Perde II: Çatışma ve Yolculuk

“Timpesta” (fırtına) gibi parçalara işaret edilmiş. “Timpesta” başlığı, doğa metaforuyla içsel ve dışsal bir fırtınayı simgeliyor.

Yolculuk, değişim, içsel dönüşüm temaları bu perdede yoğunlaşıyor.

Analiz Notları: Perde II, bir geçiş evresi. Başlangıçtaki çatışmadan sonra yolculuk başlıyor, karakter ve hikâye hareket hâline geliyor.

Perde III: Çözüm, Kabullenme, Yeni Statü

Bu posta konu alan şarkı “Scene 2: Babbu e figliola” bu perdede yer alıyor.


“Babbu e figliola” (Baba ve kız) sahnesi, nesiller arası ilişki, miras, ayrılık ve yeni rota temasını barındırıyor.

“Babbu e figliola” → Korsikaca’da “Baba ve kızı” anlamına geliyor. 
Babbu = baba (İtalyanca babbo ile aynı kökten gelir)
Figliola = kız evlat (İtalyanca figlia kelimesinin sevgi dolu biçimi)

Bizim dilimizle söylersek "Baba ve Kızçe" gibi bir anlamı var. 

Bu perdede karakterin kökleriyle yüzleşmesi, bir devralma ya da yeni bir kimlik edinmesi söz konusu. Davia, genç bir Korsikalı kadın iken; “sultana” yani bir sultan eşine ve güç sahibi bir kadın figürüne dönüşür.

Analiz Notları: Hikâyenin çözüm kısmı diyebiliriz. Başlangıçtaki ihtiyaç ve zorunluluklardan, mücadeleye ve yolculuğa; ardından finalde kabul ve dönüşüme geçiliyor.

* Şarkımız : 

Bu sahne, bir ayrılık konuşması gibidir. Baba, kızına hayat yolunda yalnız yürümeyi öğretir. Kız ise hem korku hem sevgiyle babasına tutunur. Metnin alt tonunda şu temalar vardır: Aile bağı ve gelenek, Kaderle yüzleşme, Kadının yolculuğu (özgürlük/bağımsızlık), Doğanın sembolik gücü (hayatın zorlukları). Bu sahne, “baba ve kız” arasında geçen dramatik bir zirvedir

* Sözleri (Korsika Dilinde)

Babbu:
Figliola mea, u ventu di l’oceanu ti chjama,
a to strada hè longa, ma u cori ti guida.

Figliola:
Babbu caru, ùn mi lascià sola trà e muntagne,
a to voce mi dà forza quandu l’ombra vene.

Babbu:
Ci hè tempu per l’amore, ci hè tempu per u dulore,
ma ogni passu ch’andà, u to nome serà in l’aria.

Figliola:
Partu oghje, ma ùn ti scurdaraghju mai,
u mare canterà e to parolle à mè.

* Sözleri (Şiirsel Türkçe Çeviri)

BABA:
Kızım…
Rüzgâr denizden sesleniyor yine,
Bir çağrı, bir kader gibi.
Gitmen gerek,
Yolun dalga, yolun taş…
Ama kalbinin ışığı senden önce yürüsün.

KIZ:
Babam…
Ben yalnız kalmaktan korkarım.
Dağlar sessiz, gökyüzü uzak,
Ellerin olmadan nasıl yürürüm ben?

BABA:
Korkma, yavrum.
Her adımında sesimi duyacaksın,
Rüzgârın kıvrımında,
Dalgaların içinde fısıldayacağım adını.

KIZ:
Sesin bana yoldaş,
Kalbim senin nefesinle atar.
Ama gitmek...
Gitmek, bir kalbi ikiye böler.

BABA:
Evet…
Bir kalbi ikiye böler ama,
O iki yarı, birbirini hep bulur gökyüzünde.
Git…
Çünkü bazen sevgiyi korumanın yolu,
Onu özgür bırakmaktır.

(Kız ağlar, ama başını kaldırır. Gözlerinde umut vardır.)

KIZ:
O halde rüzgârla konuşacağım,
Denizle şarkı söyleyeceğim,
Her dalgada adını anacağım.

BABA:
Ve ben her sabah güneş doğarken,
Ufukta seni göreceğim.
Kızım, yolun açık olsun…

(Müzik yükselir. Baba gölgesine çekilir. Kız yavaşça uzaklaşır. Deniz sesi artar.)

* Şarkıyı dinlerken izlenen manzara :



* Meğer bizim Davia, gerçek bir kişiymiş:

Tam Adı Marta Franceschini (Davia veya Dawiya lakabıyla anılır)
Doğum 25 Nisan 1755, Tunus
Ölüm Yaklaşık 1799, Larache (Fas)
Köken Ailesi Korsika'nın Corbara köyünden gelmektedir.
Unvan Fas Sultanı III. Muhammed'in eşi ve etkili bir gözdesi (Sultan Eşi/Sultana)

Davia, Korsikalı Sultan (Sultana Corsa) olarak bilinen Marta Franceschini, 18. yüzyılda Fas Sultanlığı'nda büyük bir etki yaratmış, dikkat çekici bir tarihi figürdür.İşte hayatına dair detaylı bilgiler:

Tam Adı: Marta Franceschini (Davia veya Dawiya lakabıyla anılır)
Doğum: 25 Nisan 1755, Tunus
ÖlümYaklaşık 1799, Larache (Fas)
Köken: Ailesi Korsika'nın Corbara köyünden gelmektedir.
Unvan: Fas Sultanı III. Muhammed'in eşi ve etkili bir gözdesi (Sultan Eşi/Sultana)

Hayat Hikâyesi ve Fas'a Varışı:

Marta Franceschini, Korsikalı bir ailenin çocuğu olarak Tunus'ta doğdu. 18. yüzyıl Akdeniz'inde korsanlık ve köle ticareti yaygındı ve Marta'nın Fas sarayına gelişi de bu dönemin karmaşık koşullarıyla ilişkilendirilir:

Saraydaki Konumu: 

Genç yaşta Fas'a getirildi ve Alaouite Hanedanı'ndan Sultan III. Muhammed (Sidi Muhammed bin Abdullah)'ın (Hükümdarlığı: 1757–1790) haremi'ne katıldı.

Yükselişi: 

Davia, dönemin Avrupalı seyyahlarının da not ettiği gibi, olağanüstü güzelliği, zekâsı ve Avrupalı dilleri konuşabilme yeteneği sayesinde Sultan'ın kısa sürede en gözde cariyesi ve en güvendiği eşi haline geldi.

Fas Sarayındaki Etkisi

Davia, saltanat döneminde siyasi ve diplomatik alanda önemli bir nüfere sahipti

Siyasi Güç: 

Tarihçiler, Sultan III. Muhammed'in özellikle Avrupa devletleriyle ilişkilerde ve bazı ticari anlaşmalarda Davia'nın tavsiyelerine büyük önem verdiğini belirtir. Avrupalı temsilciler, sarayda işlerini halletmek için bazen Davia'nın arabuluculuğunu aramak zorunda kalırlardı.

Korsika Bağlantısı: 

Kökeni nedeniyle, özellikle İtalya ve Fransa (Korsika o dönemde Fransa'ya geçmişti) ile olan ilişkilerde Sultan'ın danışmanı olarak görev yaptı.

Adı: 

Ona verilen Davia isminin Arapça kökenli olduğu ve "aydınlık, parlayan, nurlu" gibi anlamlar taşıdığı düşünülür, bu da saraydaki etkisini yansıtır.

Son Yılları ve Mirası

Düşüşü: 

Davia'nın gücü, hamisi olan Sultan III. Muhammed'in 1790 yılında ölümüyle azaldı. Yeni Sultan döneminde görece bir emekliliğe ayrılmak zorunda kaldı.

Ölümü: 

Hayatının son yıllarını Fas'ın Larache şehrinde geçirdi ve 1799 civarında vefat etti.

Kültürel İz: 

Kendi memleketi olan Korsika'nın Corbara köyünde hala "Fas İmparatoriçesi" olarak anılmakta ve yaşamı, Kuzey Afrika ile Akdeniz'in kültürel ve siyasi sınırlarında var olmuş, efsaneleşmiş bir figür olarak hatırlanmaktadır.

Davia'nın hayatı, o dönemdeki haremin sadece bir yaşam alanı değil, aynı zamanda uluslararası siyasetin sessizce yürütüldüğü bir güç merkezi olduğunu gösteren çarpıcı bir örnektir.




* Son olarak :

Bugün de Erzurumlu Emrah'tan bir "müstezat" keşfettim. Onu da belki başka bir postta yazarım. Pek janjanlı olmadığından ilgi çekeceğini Davia kadar ilgi çekeceğini zannetmiyorum. Ama onu da dinleyince, "Budur!" dedim. Türkünün ismi;
 
"Aşkın Ezeli Aşıka İlham-ı Hüdadır".  

Bizim incimiz de budur! Heyhat anlayan kaldı mı?" dedim. 

(Müstezat : Her dizesine bir küçük dize eklenmiş, belli vezinlerde yazılmış divan edebiyatı nazım biçiminin adı)

Önce sözleri ve anlamı :

Aşkın ezelî âşıka ilhâm-ı hudâ'dır
bir neş'e-nümâdır
Tahkîk gönül şehrine bir nûr-i zıyâdır
minhâc-ı hüdâdır

Her kimde ki var lezzet-i aşkın cevelânı
eyler deverânı
Anın o semâ'ı dil-i uşşâka cilâdır
hem rûha gıdâdır

Hâce beni men'etme cünûniyyet-i aşkdan
ver dersim o meşkden
Bu cezbe-i aşk âşıka bir özge edâdır
bilsen ne safâdır

Vâiz bana vasfeyleme cennât ile hûru
bilmem o huzûru
Aşık olanın aşk ile matlûbu rızâdır
bâkîsi hevâdır

Zâhid beni ta'n eyleme kim mescide gelmez
râh-ı hakk'ı bilmez
Ben mu'tekifim kûşe-i meyhâne banâdır
mescid de sanâdır

Bir dil ki bilir aşk-ı hakîkat haberinden
söyler eserinden
Elbette o dil beyt-i nazargâh-ı hudâ'dır
kâl ehli cüdâdır

Emrah güher izhâr edip ehl-i hüner ister
ya'nî dürer ister
Hâk-i der-i cânânede gerçi fukarâdır
ammâ şu'arâdır.


Aşk, ezelden beri âşığa Allah'ın bir ilhamıdır,
Bir sevinç gösterisidir,
Gerçekte gönül şehrine doğan bir ışık nurudur,
Doğru yolun (hidayetin) rehberidir.

Kimde aşkın lezzeti dolaşırsa,
O kişi onunla döner durur (yani aşkın içinde yaşar).
Onun o dönmesi (semâ etmesi), âşıkların kalbini parlatır,
Hem ruhun gıdasıdır.

Ey Hoca, beni aşkın deliliğinden alıkoyma,
Bana o aşkın dersini öğret.
Bu aşk coşkusu, âşığa bambaşka bir hâl verir,
Bilsen, ne büyük bir safadır!

Ey Vaiz, bana cennetleri, hurileri anlatma,
Ben o huzuru bilmem.
Âşık olanın dileği, aşk ile Allah'ın rızasını kazanmaktır;
Gerisi boş bir hevestir.

Ey zahit (dindar kişi), beni kınama, camiye gelmiyor diye;
Sen hakkın yolunu bilmiyorsun.
Ben meyhanenin bir köşesinde itikâfa çekilmişim;
Mescid senin, meyhane benim ibadet yerimdir.

Bir gönül ki, hakikî aşkın sırrını bilirse,
O gönül, sözlerinde onun izlerini gösterir.
Elbette o gönül, Allah’ın nazar ettiği bir evdir;
Sadece sözle konuşan (kal ehli) ondan uzaktır.

Emrah, cevherini ortaya koyar, ehil olanları ister,
Yani inci (gerçek sanat) arayanları.
Sevgilinin eşiğinin toprağında her ne kadar fakir olsa da,
Onlar aslında şairlerdir.


19 Ekim 2025 Pazar

Kasım ayında hangi çiçekleri toplayacaksın ihtiyar?

 

November (Kasım) - 2017

"İnsan, ruhunu ısıtamadığı yerde Şeytan’la pazarlık eder."

Kasım’ın sisinde geçen bir hikâye bu.

Rainer Sarnet’in November’ı, soğuk bir köyde değil, insanın içindeki karanlıkta geçiyor. Herkesin ruhu satılık, herkes bir parça eksik. Aşk bile, burada ısıtmıyor; yakıyor, dönüştürüyor, bazen de öldürüyor.

Liina, Hans’a âşık. Ama bu sevgi masum değil; bir içgüdü gibi, ilkel ve çıplak. Aşk onu güzelleştirmiyor, insanlığından soyuyor. Liina sevdikçe insan olmaktan uzaklaşıyor.

Sevgi bu dünyada doymak gibi, ısınmak gibi, sahip olamayacağı bir şeye dönüşüyor. Birini istemek, onun yerine geçmekle aynı hâle geliyor. Ve o an, aşkın kendisi bir tür büyüye, belki de lanete dönüşüyor.

Sarnet’in kamerası aşka dışarıdan değil, içeriden bakıyor. Bir çift gözün bakışında, bir elin titremesinde, bir nefesin buğusunda sevmenin ağırlığı var. Hiçbir şey söylenmiyor ama her şey duyuluyor. Aşk, bu filmde, bir söz değil; bir yankı.

Film, aşkı bir kurtuluş değil, bir yok oluş olarak anlatıyor. O yok oluşun içinde derin bir insanlık var. Çünkü insan ancak sevdiğinde kendini kaybediyor ve yalnızca o kayıpta kendine biraz daha yaklaşıyor.

Siyah-beyaz görüntüler, rüzgârın sesi, karanlığın içinde yankılanan nefesler… Sarnet’in kamerası zamanı değil, ruhun titreşimini kaydediyor. Bir yüz, bir ağaç, bir bakışta aynı keder dolaşıyor. Doğa, insanın aynası gibi: suskun ama dürüst.

Liina sonunda doğaya karışıyor. Belki bu bir ölüm değil; bir dönüş, bir kurtuluş. Kurt oluyor, rüzgâr oluyor, toprağa dönüyor.

Bence film, şunu söylüyor :
İnsan, sevdiği kadar yanar, ama bazen yanmak, yaşamın ta kendisidir.


Tadımlık :

17 Ekim 2025 Cuma

Hayrolsun

 

Gece üç buçuk gibiydi. İçimde bir sıkıntıyla uyandım. Acaba ne oldu diye düşündüm. Bulamadım. 

Oysa ne kadar yorgundum, top atsan uyanmazdım. Karanlıkta bir o yana, bir bu yana baktım. Tekrar uyuyamadım. Kalktım, elimi yüzümü yıkayıp, dua ettim. Hayrolsun, dedim. Hep öyle derler ya; hayrolsun. 

Bugün erken yatıp uyuyabilsem bari.  



15 Ekim 2025 Çarşamba

Evvel zaman içinde Gregor Samsa adında bir Hamamböceği vardı

Ben görüyorum bazı insanlarda, evlerinde, işyerlerinde bazı arketip heykelleri bulunduruyorlar. Aslan, kartal, geyik, baykuş vs. 

Ben yaşadığım yerde bir canlının heykelini ya da resmini bulundurmayı sevmem. Ama uzun zamandır aklımda bu konu. En az 12 - 13 yıldır. Soruyorum kendime 'Eğer kendime bir arketip seçsem ne olurdu diye. 

Önce kısa bir hatirlatmayla izah edeyim:

Önemli Arketip Hayvan Örnekleri ve Temsil Ettikleri Anlamlar:


Yılan :

Dönüşüm, Yenilenme, Şifa, Bilgelik, Yaşam-Ölüm Döngüsü. (Deri değiştirme yeteneği nedeniyle.) Bazen tehlike ve kurnazlıkla da ilişkilendirilir.

Kurt :

Sadakat, Liderlik, Aile Bağları, Dayanıklılık. (Sürü yapısından dolayı.) Türk mitolojisinde de önemli bir yere sahiptir (Gök-Börü).

Kartal : 

Özgürlük, Yüksek Vizyon, Ruhsal Yükseliş, Güç, Otorite. (Gökyüzüne yakınlığı nedeniyle tanrıların habercisi olarak görülür.)

Aslan :

Güç, Cesaret, Liderlik, Krallık, Onur. (Vahşi doğanın ve krallığın sembolüdür.)

Baykuş :

Bilgelik, Gizem, Sezgi, İç Gözlem. (Gece avlanması ve sessizliği nedeniyle gizli bilgiyle ilişkilendirilir.)

Geyik : 

Saflık, Zarafet, Barış, Uyum. (Bazı kültürlerde sihirli ve ruhani rehber olarak da görülür.)

At :

Özgürlük, Hız, Güç, Macera, Hareket. (Özellikle göçebe kültürlerde önemlidir.)

Ayı : 

İç Gözlem, Güç, Şifa, Uyanış. (Kış uykusuna yatıp uyanması nedeniyle.)

Anka Kuşu :

Yeniden Doğuş, Dönüşüm, Yıkım ve Yaratım. (Küllerinden doğma efsanesi nedeniyle.)

Bakın bunlar çok güzel. Harika hayvanlar. Her biri ayrı ayrı anlamlı ve güzel. Ama; eğer ben kendime bir arketip seçecek olsaydım, Koyun'u seçerdim. Çok net ifade ediyorum, bence koyun açık ara bütün bu hayvanların hepsinden daha öndedir, daha önemlidir.

Bir defa koyun kimseyi öldürmez. Kavga etmez. Söz dinler. Uysaldır, işin oluruna bakar. Hani olur da çok çok canı acır veya bir şeyi arzu ederse, en fazla "Meeee" der. Evet hepsi bu. Meeeee. 

Sonra koyun ekiple hareket etmeyi sever. Ekibin uyumunu bozmaz. İnanılmaz güvenilir bir takım arkadaşıdır. Kimse bir koyun için, 'Acaba bu arkamdan ne iş çeviriyor?" demez, daha ötesi bu aklına bile gelmez. 

Sonra koyun çalışkandır. Gece erkenden yatar, sabah erkenden kalkar, akşama kadar harıl harıl çalışır ve en az ekmek kadar su kadar değerli olan sütü bize verir. Kimse sütün değerini inkar edemez. Tertemizz besleyici, lezzetli. Hatta o kadar ki, bir insan sadece sütle bile beslenebilir. Sütten neler yapılabileceğine girmiyorum bile. 

O da yetmez, gerekirse canını verir ve et olur. Gerçi koyun eti kokar derler ama konuyu bilmediklerinden. Günümüzde suni yem verdikleri için olur o koku. Otlanan koyunun ne eti ne sütü öyle kötü kokar. Hem koyun seçicidir. Öküzler gibi ya da inekler gibi, ne bulursa yemez. 

Daha mı olmadı, yün verir, elbise olur, sizi ısıtır, deri verir sizi giydirir. 

Efendim bu da yetmedi, daha başka ne verebilir? derlerse; ben de şunu derim:

Daha başka da sayarım ama gerek yok. Çünkü artık konu anlaşıldı ki, sizin ihtiyacınız olan şey; bunca faydanın, bunca güzelliğin zahmetsizce önünüze serilmesi değil. Sizin ihtiyacınız olan şey Allah'ın belanızı vermesi. E çok istiyorsanız versin, ne diyim. 

Koyun'un neden benim favori arketipim olduğunu sanırım izah edebildim. Bence koyun, İtalyanların tabiriyle  "Il numero uno" (Okunuşu: İl nùmero ùno)

Yani; mükemmel veya en iyi. Tartışmasız lider, anlamında.

​Örnek:

​"O, piyasanın bir numarasıdır." 
 È il numero uno del mercato.     

Sonuç olarak ben evime ya da işyerime bir arketip koyacak olsaydım, koyun koyardım. 

Neymiş, sürü hayvanıymış, neymiş kendi başına hareket edemezmiş. Liderlik ruhu yokmuş! 

Sen lider oldun da ne oldu götoş? 
Kime sike sürecek kadar faydan var?

Neyse yükselmeyeyim şimdi. Koyun iyidir, kıymetini bilin. 

Bir de en sevdiğim yazarın, en sevdiğim kitabı vardır ki, efsanedir. Okuyunuz, okutturunuz:

14 Ekim 2025 Salı

Planlamadan nefret ederim

Öszi Almanach (Güz Almanağı) - 1984


Ayrılıp gidemezler, kalmakta da teselli bulamazlar. 

Eğer terapist değilse, ortalama bir izleyicinin içinden geçecek iki saatlik bir işkence.




Dünyaca ünlü planlamacı bir kadın vardı. Diyordu ki, "Planlamadan nefret ederim. Ama gördüm ki; eğer planlama yapmazsam, benim için işler daha kötü oluyor." 

Sanırım sinema da benim için böyle bir şey.

12 Ekim 2025 Pazar

Basit bir kareli defter

 


Üsküdar'dan basit bir kareli defter aldım. Yeter, demiş şair. Yetsin. Yeni bir söz söylemek istiyorum. 


Meraklısına :

Bahsi geçen şiirler:

* "Basit bir kareli defter de yeterdi" - Egemen Berköz

* Mesnevi ikinci beyit 

Bişnev in ney çün hikâyet mîküned
Ez cüdâyîhâ şikâyet mîküned

Dinle, bu ney neler hikâyet eder,
Ayrılıklardan nasıl şikâyet eder.

Kez neyistân tâ merâ bübrîdeend
Ez nefîrem merd ü zen nâlîdeend

Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryâdımdan
erkek ve kadın müteessir olmakta ve inlemektedir

* Divan-ı Kebir - 177 Nolu Rubai

Her gün bir yerden göçmek ne iyi

Her gün bir yere konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş
Dünle beraber gitti, cancağızım,
Ne kadar söz varsa düne ait
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım

Vitalina Varela (2019)

 

Eğer sanat diye bir şey varsa, sanat filmi diye bir şey varsa; bence o şey, açık ara bu filmdir. 


Yönetmen : Pedro Costa 
Senarist : Pedro Costa, Vitalina Varela
Oyuncular : Vitalina Varela, Ventura, Francisco dos Santos Brito

Özet : Vitalina, 25 yıl önce çalışmak için Lizbon’a giden ve o günden beri görmediği kocasının ölüm haberini alır. Eşinin cenazesine katılmak istese de ancak cenazeden üç gün sonra Lizbon’a varan Vitalina, eşinin onsuz sürdüğü hayatı anlayabilmek için ıssız sokaklarda dolaşmaya başlar. Eşinin yaşadığı eve giden, bilmediği eşyalarda, mekanlarda geçmişin izini arayan Vitalina, bu sırada hayatta kalmak için mücadele eder.

11 Ekim 2025 Cumartesi

Günün Duası

 


Allahım günaha girmeyeyim derken entel olacam, sen yardım et. 

#sublimation #freud










Zeki'nin kızıymış. Ağlattım onu, dedi.

 “Hayatta ve Fotoğrafta En İyi Pozu Yalnızlar Verir” Sergisi 

9 Ekim 2025 Perşembe

Yansın İstanbul Bu Gece



Söğütlüçeşme Camii'nin altındaki Erdem Camaşırları'nın hemen yanından sokağa giriyorum. Sokağın sonuna doğru, sol tarafta, Turkuaz Cafe var. Turquaz Cafe demişler ama ne turkuaz rengi var, ne de cafe. Burası bir çay ocağı. Hem de en acılısından. 

Hem içeride hem dışarıda sundurmayla kapatılmış küçük bahçesinde en düşük volt ampullerle aydınlatılıyor. Vakit aksamla yatsı arası, hava kararmış. Bahçede ben dahil 6 erkek, her biri tek başına birer masada oturmuş telefona bakıyorlar. Bir masada da iki erkek sohbet ediyorlar. Aslında pek sohbet ettikleri de söylenemez. Çünkü ben masaya oturduğunda beri çay söylemek dışında konuşmadılar. Sadece sigara ve çay içiyorlar. Telefonla da oynamıyorlar. İçeride orta yaşlı bir çift var. Kadın saçlarını tepede topuz yapmış ve alabildiğine ucuz leopar desenli kıyafet giymiş. Adam ondan daha sağlıklı duruyor.

Neyse cafe diyordum. Karşımdaki masada oturan adam, telefonun üzerine iyice eğilmiş bir şeyler yapıyor. Oyun oynuyormuş gibi geldi bana. Kocaman kalın gözlükleri olan irice bir adam. Çayımı yudumlarken adamı izliyorum. Bir adam neden bu saatte yarı karanlık bir çay ocağının bahçesinde oturup çay içer ki? diyorum. Evi barkı, çoluğu çocuğu yok mu? Karnı da mı aç değil? diye aklımdan geçiyor. Tam ben adama bakarken, adam birden çalan şarkıya eşlik etmeye başlıyor. Öyle mırıldanmak da değil, bildiğin şarkı söylüyor adam; 

Kalbim duraksız haykırışlarda
Ne yapsan ayrılamam senden asla
Hafife alma, aşk vurur insana
Bu kadar kolay sanma delikanlım

Allah Allah! diyorum, bu İstanbul da ne acayip şehir.

Nakarat bitince, siyah tabakasını açıp içinden bir dal sigara çıkarıyor. Sigarayı yakıp, tekrar telefonuna geri dönüyor. Ben de çayıma. 

Yan taraftaki nerdivenli sokaktan iki genç aşağı doğru iniyor. Çayım bitiyor. Hesabı ödeyip çıkarken Turquaz Cafe' de Sezen Aksu çalıyor;

Ey aşk...
Derin bir suya dalar gibi
Evin yolunu arar gibi
Annem saçlarımı tarar gibi
Daima sana sığınırım.

Caminin şadırvanında elimi yüzümü yıkıyorum. Şadırvanda bir adam oturmuş, öylece tek başına duruyor. İlerideki bankta başka bir adam dizlerini ovuyor, genç bir kız kollarını kavuşturmuş bekliyor. Ne çok tek başına insan var, diyorum.

İçeri giriyorum. İmam ezandan önce dua ediyor. Gazze'deki mazlumlar için Ya Rabbi, diyor. Bizi bugunlere getiren cümle geçmişlerimize, diyor. Hz. Ayşe'nin mezarından ettiğimiz dualar gibi, diyor. 

Çıkışta nöbetçi eczaneden Parol alıyorum. Aslında aklıma Majezik mi alsam diye geliyor ama vazgeçip Parol alıyorum. Sinemaya doğru yürümeye başlıyorum. 

Filmin başlamasına daha var. Kahve alıp bunları yazıyorum. Filmden önce yetiştirmeye çalışıyorum. Yan masadaki delikanlı , karşısındaki kıza "Mike Tyson'ın bir sözü vardır; Suratının ortasına yumruğu yiyene kadar, herkesin bir planı vardır, diye. Duymuş muydun?" diyor. Kız salak salak gülüyor, "Hayır duymadım, komikmiş" diyor.

Ben yazmaya devam ediyorum. Bir an gülümsüyorum ama kabullenemiyorum. Kıza dönüp "Hayır komik değil. İnan bu hiç komik değil" demek istiyorum. Sonra bu isteğim anlamsız geliyor, nasıl olsa bir gün suratının ortasına yumruğu yiyince anlayacak, diyorum. 

Sigaramdan son nefesi çekip salona geçiyorum. 

Devamı filmden sonra..

La Grazia (2025)

Bir Paolo Sorrentino filmi. Tabi ki başrolde Toni Servillo var. Türü, bilimkurgu. Konusu, yerçekimsiz ortamda yaşamayı özleyen, bir astronotun başından geçenler. 

Sorrentino yine bildiğimiz gibi. Yine "ihtişam" ve "hüznü" kulak memesi kıvamına gelene kadar yoğurmuş. 

Seviyoruz bu tadı.

Filmden bir kare (*) 

* Kuvvetle muhtemel, sinemanın modern ikonik karelerinden biri olacak. Yukarıdaki kare de olabilir. İkisi de olabilir.

Toni, bu filmdeki oyunculuğu ile artık Oscar'ı hak etmiş. Zaten öyle şeyler yazıp çiziyorlarmış. Oscar alır, diyorlarmış. 

Ben Oscar olsam, Toni'ye veririm. Jüri olarak yani. Ödül şeyi.


Filmden sonra, denize karşı sigara içme ihtiyacı hissettim. Dayanılmaz şekilde hissettim. Gittim, içime çeke çeke içtim.

İçime çok çekmiş olmalıyım ki, yansın İstanbul bu gece, dedim. İçimden dedim. İçten de dedim. Ciğerimden.

Deniz (Bostancı'nın denizi)

 

8 Ekim 2025 Çarşamba

İşte bunlar hep bilimsel gerçek

Soru: 
Yetişkin bir erkeğin hayatında yeni birisi olduğunu nasıl anlarız?

Cevap: 
Hiç gereği yokken yazışmalarında emoji kullanmaya başlar.

Değer Önerisi: 
'Biri mi var lan .avşak' diyerek farkındalığını göster, senin için önemli olduğunu hissettir. 

Öteki olmak

Vakti olmayanlar için bu yazının konusunu hemen söyleyeyim : 

District 9, tüm zamanların en iyi bilim kurgu filmidir.

Anahtar kelimesi, öteki olmak'tır.



7 Ekim 2025 Salı

Kırdım kırılmayan gururumu

Lafı hiç uzatmayacağım: Sevgi insanı dilenci yapar. Bu sevdiğinizin ne olduğundan ya da kim olduğundan tamamen bağımsız bir konudur. 

Bir adam veya bir kadın olabilir, para olabilir, şöhret olabilir, makam olabilir, insanın kendisi bile olabilir. Bu da mı olurmuş? dediğimiz ne varsa olabilir. 

O yüzden 'yaşam tarzı' dediğimiz şey, neyi seveceğimizi, kimin dilencisi olacağımızı tercih etmekten başka bir şey değildir.

Farkettiysen tam da burada, 'özgürlük' kavramı, palavranın bizzat kendisine dönüşür.

6 Ekim 2025 Pazartesi

Bu sevgi gözlerine çok yakışıyor

Acıya güzelleme yapmayacağım. Acıyı kötülemeyeceğim de. Gözlerimi kör etmesine izin vermeyeceğim. Sadece onu kabul edeceğim. Acı var diyeceğim. Evet acı var ve gerçek. 

Ama sen de biliyorsun ki; ondan daha güzel, daha sağlam, üzerimize daha çok yakışan şeyler de var. 

5 Ekim 2025 Pazar

Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi

5 Eylül 2025 Saat 02:26 

Biraz önce "Ennio Morricone ve Nino Rota'dan Film Müzikleri" konserinden geldim. Konserin sonunda, daha doğrusu konseri dinlerken, Cesare Pavese'nin günlüklerinden bir söz geldi aklıma. Tarihe not düşmek için yazıyorum:

"8 Şubat - Zaferin tadını çıkarabilmemiz için ölülerin dirilmesi, yaşlıların gençleşmesi, uzaktaki dostlarımızın dönmesi gerekir.  Biz bunun düşünü dar bir çevrede, bizim için bütün dünya sayılan bildik yüzler arasında kurmuştuk; şimdi büyüdüğümüze göre, yaptıklarımızın ve söylediklerimizin gene bu yüzlerde yansımasını isteriz. Oysa onlar yaşlanmış, ölmüş, kayıplara karışmışlardır. Bir daha dönmemecesine.  Bu durumda umutsuzca çevremize bakar, bizi yalnız bırakan, ama bizi seven, yaptıklarımıza hayranlık duyacak olan bu küçük dünyayı yeniden yaratmaya çalışırız. Ama böyle bir dünya yoktur artık."


Bir de, konser sırasında arkamdaki adam, yanındaki kadına o kadar çok şey anlatıp, o kadar çok şey konuştu ki; neredeyse arkamı dönüp; 

"Abla ben buraya karşıdan 3 vesaitle geldim. 3 vesaitle geri döneceğim. Üstüne bir de yağmur yağdı donuma kadar ıslandım. Vereceksen ver, konuşturup durma şu adamı. Şarkıları dinleyeceğim." demedim. Demem. Çünkü ben şehirli, eğitimli, cemiyette yeri olan bir beyim. Adamın ihtiyaçlar hiyerarşisine verdim. 

Şimdi uyumam lazım. Sabaha Ayasofya'ya, akşama da Kadıköy'e Petzold'un son filmine gideceğim. Bu kadar çok gezerken, ayağıma tatsız şeyler bulaşmasa bari.

4 Ekim 2025 Cumartesi

Bilader'le buluştuk


Hani bazen bir kedi görürsün veya başka bir şey ve fotoğrafını çekmek istersin. Alabildiğine öylesine bir görüntü,  öylesine bir an gibi görünür. Sanatsal bir yanı olmadığı gibi, toplumsal ya da varoluşsal mesajı falan da yoktur. Herkesin, her an görebileceği, sıradan bir anın fotoğrafıdır çektiğin. 

Ama o an'da öyle bir şey vardır ki, kendinin bile anlayamadığı şekilde, gelir ve ruhuna dokunuverir. "Nasıl yani?" dersin "Bunca emek verilmiş, süslenmiş püslenmiş, teknik şartnamelere uyulmuş fotoğrafa rağmen; neden "bu an", "bu görüntü" bana bu kadar dokundu. Nasıl beni böylesine içine aldı? Niçin ben onda kendimi buldum?"

Psikolojiye taparcasına iman etmiş modern dünya, bu konuda sana bir sürü şey söyler. Anılar der, bilinçdışı der, bilmem ne der. Ama ben buna inanmam. Çünkü Robert Bresson' un "Sinematograf Üzerine Notlar" kitabında okumuştum, "Her şeyi açıklayabileceğini düşünen psikolojiden, uzak dur" diyordu. Biliyorum, tanıyorum psikolojiyi. Ama onun, bu asılsız şekilde, "her şeyi açıklayabileceği iddiası"ndan dolayı gerektiğinde uzak durmayı tercih ediyorum. 

O zaman asıl sorumuza tekrar dönelim: O an, ya da o görüntü, neden kalbimize böylesine dokunur?Bence bunun cevabı, ruh tanışıklığı. Bezm-i elest. Çoktan unutmuş olduğumuz, ruhların o ilk tanışıklık zamanı.

Lafı çok uzatmayayım; bugün Bilader'le buluştuk ve ben bu tanışıklığı tekrar hatırladım. 

Çok merak ediyorum, acaba o ilk karşılaşmamızda, acaba daha başka kimleri çok sevdik? Ve ne zaman bir daha ayrılmamak üzere tekrar kavuşacağız?

3 Ekim 2025 Cuma

Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal


Tarihte kaydedilmiş en uzun yaşayan kedi, 38 yıl 3 gün yaşamış. Genel olarak, ev kedilerinin ortalama yaşam süresi 12 ila 18 yıl arasında değişirmiş. Sokak kedilerinin ortalama ömrü ise; zorlu yaşam koşulları, hastalıklar ve kazalar nedeniyle 5 ila 8 yıl civarında imiş.

Fotoğrafta, bankta oturan (muhtemelen kardeş) sokak kedileri olduğuna göre, sokak kedisi olmakla kalmayıp bir de İstanbul arenasında yaşadıkları göz önünde bulundurarak, diyebiliriz ki ortalama yaşam ömürleri 5 yıldır.

5 yılı esas alarak geçmişe gidersek, bu kardeşlerin Büyük Büyük Büyük Büyükdedeleri ya da Büyük Büyük Büyük Büyüknineleri doğduğundan bu yana blog yazıyorum.

"Eğer ortalama bir sokak kedisinin yaşam süresini 5 yıl kabul edersek ve nesil süresini (yavruların üremeye başlayıp yeni nesil oluşturma süresini) de bu süreye yakın, örneğin 4-5 yıl olarak alırsak:

20 yıl önce yaşamış olan kedi, bugünkü kedinin yaklaşık 4. ila 5. kuşak önceki atası olacaktır (20 yıl/5 yıl=4 nesil).

İnsan dilindeki akrabalık terimleri bu kadar geriye giden nesiller için çok yaygın değildir, ancak genel terminolojiyi kullanarak onu şöyle adlandırabiliriz:

Büyükbaba (Dede): 1 nesil önce
Büyük Büyükbaba (Büyük Ebeveyn): 2 nesil önce
Büyük Büyük Büyükbaba (Büyük Ebeveynin Ebeveyni): 3 nesil önce

Bu durumda, 4. veya 5. nesil önceki ata için en uygun ve resmi adlandırma şudur:

"Dördüncü ya da Beşinci Kuşak Öncesi Atası"

Veya daha samimi bir dille, "Büyük Büyük Büyük Büyükdedesi" diyebiliriz. Ancak bu terim günlük dilde pek kullanılmaz." 

(Kaynak : Gemini)

NesilSüre (Yaklaşık)İnsan Terimi (Kabaca)
Bugünkü Kedi0 yılSiz
1. Nesil Önce4-5 yılEbeveyn (Anne/Baba)
2. Nesil Önce8-10 yılBüyük Ebeveyn (Dede/Nine)
3. Nesil Önce12-15 yılBüyük Büyük Ebeveyn
4. Nesil Önce16-20 yılDördüncü Kuşak Önceki Ata
5. Nesil Önce20-25 yılBeşinci Kuşak Önceki Ata

(Kaynak : a.g.e.)

Sen şimdi diyeceksin ki "Ben bütün bu boş bilgilere, gece gece neden maruz kalıyorum?" Tabi ben nezaketli bir adam olduğum için, "Blog okuma meraklısı olan sensin, bir tür sado-mazo ilişkisi diyebiliriz" demeyeceğim ve izah edeceğim. Şöyle ki;

Bundan yaklaşık 20 yıl önce bir hayal kurmuştum. Sonra bir şekilde yolum fotoğraftaki banka düştü. Bir süre bankta oturdum. Sonra biraz yürüdüm. Bir kaç bardak çay içtim. Sigara yaktım ve bir aydınlanma yaşadım: Hayalim gerçek olmuştu! İşte o an dünyaya bambaşka gözlerle bakmaya başladım. Sanki ikinci bir şans verilmişti ve yeniden dünyaya gelmiştim.

İşte ben, bu sevinçle geri dönerken, bankta uyuyan kedileri gördüm ve fotoğraflarını çektim. Çok tatlı uyukluyorlardı, ben de çektim. Mutlu insanlarda olur bu, bilirsin. Kedi fotoğrafı çeker, kelebek fotoğrafı çeker, kuşburnu fotoğrafı çeker. Pelit fotoğrafı çeken bile gördü bu gözler. -Palamut'a bizim oralarda pelit denir- Mutluluk işte, insana ne yaptıracağı belli olmaz.

Sonra bu akşam telefonumu karıştırırken, hayalimin gerçekleşmiş olduğu konusunda aydınlanmış ve mutlu bir haldeyken fark etmediğim bir şeyi fark ettim. Dedim "Ben bu hayali, bu kedilerin, Büyük Büyük Büyük Büyükdedeleri doğduğunda kurmuştum." Bir anda zamanın ne de hızlı geçtiğini ve geçeceğini hatırladım. 

Muhtemelen ben bu hayali kurduğumda, orada bu bank yoktu. Hatta o durak, o otobüs hattı bile yoktu. Kediler zaten yoktu. Ve yine kuvvetle muhtemel, bir 20 yıl sonra yine; ne o otobüs hattı, ne o durak, ne de o bank olacak. Kediler de olmayacak. Ben olur muyum bilmiyorum. 

O zaman dedim kalacak olan ne? Baki olan ne? Şairin dediği mi? Bir hoş seda mı?  

Zülf-i siyâhı sâye-i perr-i Hümâ imiş
İklim-i hüsne anın içün pâdişâ imiş

Bir secde ile kıldı ruh-i âftâbı zer
Hak-i cenâb-ı dost aceb kîmyâ imiş

Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal
Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş

Görmez cihânı gözlerimiz yârı görmese
Mir'ât-ı hüsni var ise âlem-nümâ imiş

Zülfün esîri Bâkî-i bîçâre dostum
Bir mübtelâ-yı bend-i kemend-i belâ imiş

Bâki

Sevgilinin siyah saçları,
hüma kuşunun kanadının talih bağışlayan gölgesi imiş.
Onun için o, güzellik ülkesinin sultanı imiş.

Bir secde etmekle güneş gibi güzel yüzü altına dönüştü
Sevgilinin çevresinin toprağı nasıl bir kimya imiş

Yüksek sesini bu aleme Davut gibi sal
Çünkü bu gök kubbede baki kalan ancak hoş bir seda imiş.

Gözlerimiz sevgiliyi görmezse dünyayı görmez olur.
Onun güzelliğinin aynası varsa dünya görünür olur.

Bu biçare Baki zülfünün esiridir sevdiğim,
Bela kemendinin esaretinin bir tiryakisi imiş

Meraklısına :

Bugünlerde bloglarda adet olduğu üzere ben de bir şarkı paylaşayım: