Hani bazen bir kedi görürsün veya başka bir şey ve fotoğrafını çekmek istersin. Alabildiğine öylesine bir görüntü, öylesine bir an gibi görünür. Sanatsal bir yanı olmadığı gibi, toplumsal ya da varoluşsal mesajı falan da yoktur. Herkesin, her an görebileceği, sıradan bir anın fotoğrafıdır çektiğin.
Ama o an'da öyle bir şey vardır ki, kendinin bile anlayamadığı şekilde, gelir ve ruhuna dokunuverir. "Nasıl yani?" dersin "Bunca emek verilmiş, süslenmiş püslenmiş, teknik şartnamelere uyulmuş fotoğrafa rağmen; neden "bu an", "bu görüntü" bana bu kadar dokundu. Nasıl beni böylesine içine aldı? Niçin ben onda kendimi buldum?"
Psikolojiye taparcasına iman etmiş modern dünya, bu konuda sana bir sürü şey söyler. Anılar der, bilinçdışı der, bilmem ne der. Ama ben buna inanmam. Çünkü Robert Bresson' un "Sinematograf Üzerine Notlar" kitabında okumuştum, "Her şeyi açıklayabileceğini düşünen psikolojiden, uzak dur" diyordu. Biliyorum, tanıyorum psikolojiyi. Ama onun, bu asılsız şekilde, "her şeyi açıklayabileceği iddiası"ndan dolayı gerektiğinde uzak durmayı tercih ediyorum.
O zaman asıl sorumuza tekrar dönelim: O an, ya da o görüntü, neden kalbimize böylesine dokunur?Bence bunun cevabı, ruh tanışıklığı. Bezm-i elest. Çoktan unutmuş olduğumuz, ruhların o ilk tanışıklık zamanı.
Lafı çok uzatmayayım; bugün Bilader'le buluştuk ve ben bu tanışıklığı tekrar hatırladım.
Çok merak ediyorum, acaba o ilk karşılaşmamızda, acaba daha başka kimleri çok sevdik? Ve ne zaman bir daha ayrılmamak üzere tekrar kavuşacağız?
bilmukabele bilader, bilmukabele.
YanıtlaSil:)) bence de
Sil