14 Kasım 2025 Cuma

Zurlini Sineması ve Odio-Amore Kavramı

 

🎬Cronaca Familiare (Aile Günlüğü) - 1962

Valerio Zurlini’nin sineması hep aynı eksende döner: Yalnızlık ve terk edilmişlik (Kızla Bavul, Tatar Çölü).

Ancak başyapıtı Aile Günlüğü, bu yalnızlığı ilk kez bir kan bağına çarptırır.

İtalyanların "tarihin en dokunaklı erkek filmi" dediği film, "Odio-Amore" kavramının en derinlerine dalar.

🖤  "Odio–amore" aslında tek bir İtalyanca kelime değildir. "Odio" (nefret/öfke) ve "amore" (sevgi/aşk) kelimelerinin yan yana getirilerek, genellikle bir kısa çizgiyle (odio-amore) yazılmasıyla ortaya çıkan, yoğun bir duygusal durumu tanımlar.

Türkçede bunu tam olarak karşılayan tek bir kelime olmasa da, özü şudur: Aynı kişiye karşı aynı anda hem güçlü bir sevgi hem de güçlü bir öfke, nefret veya tiksinti duygusu taşımak.

🖤 Bu ifade, "ya sev ya nefret et" şeklindeki siyah-beyaz ikiliğini reddeder. Bahsedilen şey, çelişkili ve huzursuzluk yaratan; hem sevgiyi hem de nefreti aynı bedende taşıyan karmaşık bir bağdır.

Bu ruh haline özellikle şu gibi çok yakın ve derin ilişkilerde sıkça rastlanır:

Kardeşler arasındaki bağlar
Eski eşler veya çok uzun süreli ilişkiler
Ebeveynler ve çocuklar arasındaki ilişkiler

🖤 Bu durum, romantik komedilerdeki "bir küser bir barışırlar" şeklindeki yüzeysel ve dramatik dalgalanmadan çok daha derindir. Odio–amore, kişinin sevdiği insana karşı şu karmaşık duyguları aynı anda yaşama ihtimalini içerir:

Kendini ona karşı borçlu hissetme.
Ondan derin bir yara almış olma (incinme).
Tüm bunlara rağmen ondan tamamen kopamama.

Enrico ve Lorenzo örneğinde olduğu gibi, kıskançlık, suçluluk, koruma isteği, öfke ve derin şefkat gibi zıt duyguların hepsi aynı kişiye yönelir.

Bu duygu, "Benden nefret etmiyorsan beni sevmiyorsun da," ya da "Onu terk edebilsem her şey kolaylaşacak ama yapamıyorum," gibi çaresizlik içeren cümlelerin ruh halini yansıtır.

🖤 Odio–amore, insan ilişkilerine bakış açımızı zenginleştiren kritik bir ifadedir çünkü: İnsan ilişkilerini siyah ve beyaz olmaktan çıkarıp, gri ve çok katmanlı bir alana taşır. Aile, kardeşlik, uzun süreli aşk gibi bağların çelişkili ve çatışmalı yönlerini kabul etmemizi sağlar.

Duyguyu "ya o ya bu" ikileminden kurtararak, aynı anda hem sevginin hem de öfkenin barınabildiği gerçekçi bir alan sunar.


1945 Roma’sında başlayan film, Enrico'nun kardeşi Lorenzo'nun ölüm haberini almasıyla hafızasına açılan geri dönüşlere odaklanır. Anne öldükten sonra yolları ayrılan, farklı sınıflarda büyüyen iki kardeş, yıllar sonra Floransa'da buluşur.

Ağabey Enrico'nun kalbinde saf sevgi yerine, sevgi, öfke ve suçluluğun karıştığı bulanık bir "odio-amore" hissi vardır. Onu hem korumak ister hem de ona karşı beslediği gizli kıskançlık ve öfke arasında sıkışır.

Bu iki zıt enerji duygularını bastıran ağabey Enrico (Marcello Mastroianni) ve kırılgan, gururlu küçük kardeş Lorenzo (Jacques Perrin) yan yana geldiğinde, film sıradan bir aile dramı olmaktan çıkar.

Filmde ne zaman güzel bir an izlesek, seyirci olarak biliriz ki: Lorenzo çoktan ölmüştür. Bu durum, yaşanan her kavgayı, her yanlış anlaşmayı ve her ihmali daha acı hale getirir. İçimizde tek bir soru büyür:

"Keşke o zaman ona başka türlü davransaydı."

Film, baştan sona yas ve pişmanlıkla çekilmiş bir nefes gibi akıp gider.

Cronaca Familiare, iki erkeğin birbirine sarılamamasının ve söylenmemiş cümlelerin ağırlığı üzerine kurulmuş, bir başyapıttır.

1962'de Altın Aslan'ı, İvan'ın Çocukluğu ile paylaşmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder