16 Kasım 2025 Pazar

Yazmak, okuyucuya harita vermek gibi

Alex Webb - İstanbul, 2001

Yazmak, okuyucuya harita vermek gibi. Haritaların şehirlerin yerlerini, dağları, nehirleri, mesafeleri gösterdiği gibi, okuyucu için yazılanlar da sanki yazarın duygularının, düşüncelerinin konumlarını gösteren, aralarındaki mesafeyi tahmin ettiren, ne yöne gideceğimizi sezdiren şeyler.

Ama herkes bilir ki; bir yolculuk sırasında camdan dışarı bakarken sadece tabelalar görünmez. İçimize hüzün ya da sevinç bırakan ağaçlar, bulutlar, kızıl gökyüzü, susamış bozkır, uzaklaşan deniz, çocukluğumuz, anne babamız, ölmüş bir yakınımız, artık hiçbir önemi kalmamış anılarımız ve daha birçok şeyi de görürüz. 

Hatta öyle bir an olur ki, şansımız varsa, karşımıza yolun kenarında öylesine oturan; hiç tanımadığımız, onun da bizi tanımadığı ve bir daha hiç göremeyeceğimiz bir çocuk, kadın ya da adam çıkıverir. Onunla bir anlığına göz göze geliriz.

O, birdenbire karşımıza çıkan kişiyle yaşadığımız o bakışma anıdır. Üstelik ikimiz de buna hiç hazırlıklı değilizdir; hatta böyle bir şeyin olabileceğine bile inanmayız. Buna rağmen birbirimize tüm hayat hikayemizi; acılarımızı, pişmanlıklarımızı, ağlamak isteyişimizi ve bunun gibi daha sayamayacağım pek çok şeyi, yani içimizde ne kadar gizli, karanlık, kırık, tuhaf duygu, rüya, anı varsa, işte o birkaç saniyede anlatır ve birbirimizi kimsenin anlayamadığı kadar anlarız.

İçimizde o kişiye karşı, anlamını tam koyamadığımız garip bir sevgi doğar.

Söylediklerimin hepsi, o kısa anda, o yolculuk esnasında, camdan bakarken, yanımızdakiler farkına bile varmadan, olup biter.

İşte tüm bunlar, yazarın bize verdiği haritalarda görünmezler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder