![]() |
| 🎬 EKOTON – 3. Hassas Bir Denge Alanı |
AÇILIŞ – SİYAH FON – BEYAZ HARFLER
Yavaşça beliren yazı:
“Ekoton, iki ekosistem arasındaki geçiş bölgesidir.
Bu bölgelerde denge hassastır;
en küçük değişim bile yapıyı etkileyebilir.
Ekoton, kırılgan ama canlı bir geçici denge alanıdır.”
(Kaynak: Ekoloji ve Çevre Bilimleri Ansiklopedisi)
(Dış Ses, tarafsız ve yavaş bir tonda okur.)
Kısa bir sessizlik.
Yazı silinir.
Ekranda sadece siyah fon kalır.
Yavaşça yağmur sesi duyulur.
Siyah fon, yavaşça iç mekândaki ışığa geçer.
Yağmur sesi devam eder.
Kamera odanın içini açar.
(Film başlar.)
🎬 EKOTON – 3. HASSAS BİR DENGE ALANI
Tür: Psikolojik – Şiirsel Dram
Süre: Yaklaşık 10 dakika
Mekân: Bir psikolog ofisi – sessiz bir öğleden sonra
SAHNE TEK – TAMAMEN ODADA GEÇER
Kamera:
Sabit tripod üstünde; yer değiştirmez ama başını sağa-sola çevirir,
odağın yönünü değiştirir.
Kimi zaman adamın ellerine, kimi zaman akvaryumun camındaki su
kırılmalarına, kimi zaman duvardaki durmuş saate döner.
Oda, neredeyse kendi nefesiyle yaşar.
Işık:
Dışarıda yağmur; gri bir ışık, pencerenin tül perdesinden sızar.
Odanın bir köşesinde küçük bir masa lambası.
Işığın tonu sıcak değil, solgundur — gün sonunun sessizliği.
Ses:
Yağmurun sesi, arada uzaklardan geçen araçlar.
Odanın içinde: balık filtresinin derin uğultusu, adamın nefesi, bazen
parmakların sandalyeye değdiği ses.
KAMERA AÇILIR
Adam oturur.
Elinde bardağı tutar, içmez.
Kadın hafif yanda, defteri açık, ama sayfası boş.
Dakikalar geçmiş gibidir; biz konuşmanın ortasından yakalarız.
Adam:
(uzun bir sessizlikten sonra)
İlginç…
Zamanı hep ölçmekle uğraştım ama
hiçbir zamanın bana denk düştüğünü hissetmedim.
(susar)
Her şey benden biraz önce ya da biraz sonra oluyor.
Bir sel gibi geçiyor — ben hep kıyıda kalıyorum.
(ellerini birbirine kenetler, başını eğmeden devam eder)
İnsan…
kendini tam olarak nereye koyar bilmiyorum.
Bir yanım düzen istiyor,
diğeri her şeyi dağıtmak..
Bu ikisinin arasında
bir tür hassas denge var…
ama bu denge, sabit kalmıyor.
(kameranın odağı yavaşça adamın ayak ucuna kayar;
birikmiş yağmur suyunun gölge yansıması tavana vurur.)
Adam:
Sabahları uyanınca önce sessizliği dinliyorum.
Hiçbir şeyin benden bir şey beklemediği anı.
Sonra o an bitiyor,
ve gün başlıyor. Görevler, konuşmalar,
kim olduğumu hatırlamam gereken bir tiyatro.
(duraklar, derin nefes alır)
Bazen düşünüyorum…
Belki de insanın asıl yorgunluğu,
kendi olma çabasıdır.
Bir form tutturmaya,
anlamlı görünmeye çalışmak.
Ama içimdeki ses,
hiçbir şeye ait olmak istemiyor.
(kamera akvaryuma döner; balık neredeyse hareketsizdir)
Adam:
Şu balık mesela...
Bazen ona bakarken kıskanıyorum.
Ne zamanı var, ne amaçları.
Sadece suyun içinde... var.
Belki insan da
suyun içinde olmalıydı, havada değil.
Hava çok düşünce barındırıyor.
(susar. sadece yağmur sesi duyulur)
Adam:
Son günlerde yazıyorum.
İki kısa film senaryosu…
Ekoton’dan esinlendim.
Birinde iki insan hiç konuşmadan yakınlaşıyor
bir köy yolu, sabah sisi, süt bidonlarının sesi.
Diğerinde kalabalık bir metroda
yalnızlıklar birbirini buluyor,
şiirle, sessizlikle, Didem Madak’la.
İkisi de iki farklı ekosistem gibiydi:
biri doğanın içinde,
diğeri şehrin altında.
Ve her ikisinde de insanlar
kendi sınırlarında yaşamayı öğreniyordu.
(derin bir nefes)
Üçüncüsünü henüz yazamadım.
Belki o film... bu konuşmadır.
Çünkü üçüncüsünün konusu hep aynıydı:
Ekoton’lardaki ve insanlardaki
hassas bir denge alanı.
Denge, kırılganlık, geçicilik.
Sınırları bulanık bir mekân.
Uyum ile çözülme arasındaki sessiz gerilim.
(sesi kısılır)
Belki de yazmak için önce
o dengeyi kaybetmem gerekiyordur.
Belki ben hâlâ sahnenin başlamasını bekliyorumdur.
(susar, derin bir sessizlik olur)
Adam:
Küçükken elektrikler kesilirdi.
Babam el fenerini getirirdi,
ve o an sessizlikle karanlık birleşirdi.
Korkardım ama garip bir huzur olurdu içimde.
Sanırım o duyguyu özlüyorum:
Dünyanın sesini kaybettiği ama kalbin hâlâ attığı anı.
(kameranın odağı duvardaki saate döner;
saniye ibresi durmuş, ama yağmurun damlaları ritim tutar.)
Adam:
Sanırım artık zamanla yarışmıyorum.
Yalnızca onunla yan yana yürüyorum.
Ama bazen o, hızlanıyor...
ben yerimde kalıyorum.
İşte o anlarda,
her şey dengede gibi görünür.
Ama biliyorum
bu denge, bir an sonra kırılacak.
(uzun bir sessizlik)
Adam :
Geçen gün aynaya baktım.
Kendimi tanıdım, ama
o kişiyle konuşacak bir şey bulamadım.
Belki de artık konuşmak,
sadece yankı üretmektir.
Ve insan, kendi yankısında boğulur.
(kamera tekrar adama döner;
yüzü yarı karanlık, yarı ışıkta.)
Adam:
Şunu fark ettim:
Hayatım boyunca hep bir şeyleri onarmaya çalıştım
ama bazen kırık olan şey,
tamir edilmeye çalıştığı için kırılganlığını kaybediyor.
Bıraksak belki kendi biçimini bulacak.
Belki denge, tamir etmeyi bırakınca gelir.
(kısa bir sessizlik)
Ve belki...
hiçbir şey düzelmemeli.
(uzun bir sessizlik)
Kamera yavaşça sağa döner, kadına odaklanır.
Kadın hâlâ aynı şekilde oturuyordur.
Defteri hâlâ boştur.
Gözlerini kaldırır; adamın gözlerine değil, arkasındaki pencereye bakar.
Kadın (ilk kez konuşur):
“Bazen su da kendi dengesini bulmak için taşar.”
(sessizlik)
Kadın:
“Belki siz, taşmadan önceki son andasınız.”
(sessizlik uzar, adam gözlerini kaldırır ama cevap vermez)
Kadın:
(pencereden dışarıya bakarak)
“Peki... taşmaktan korkuyor musunuz?”
Kamera:
Adamın yüzü yarı gölgede kalır.
Ne evet, ne hayır der.
Sadece bakar.
Dışarıdaki yağmurun sesi yavaşça azalır.
Akvaryumun camında tek bir hava kabarcığı yükselir.
Siyah ekranda yazı belirir:
“Ekoton;
Orada hiçbir şey tam olarak bir yere ait değildir,
ama her şey var olmanın eşiğindedir.”
(Dış ses, filmin başındaki aynı tonda, sakin ve ölçülü bir biçimde okur.)
Kısa bir sessizlik.
Sonra yalnızca akvaryumdaki suyun hafif uğultusu duyulur.
Film biter.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder