18 Kasım 2025 Salı

Hayatta Kalma Becerileri


(Şiirsel kısa film taslağı)

AÇILIŞ

Kara ekran.

Yavaş yavaş beliren beyaz yazılar:

“Hayatta kalma becerileri:

Yemek. 
Ateş. 
Su. 
Barınak. 
Zihinsel dayanıklılık.”

Cümle silinir.
Karanlık çözülür.

Tek odalı, eski bir apartman dairesi.
Sabah.
Şehrin boğuk uğultusu içeride: 
uzaktan bir korna, 
ince bir matkap sesi, 
komşunun televizyonu, 
aşağıda kapanan bir dükkan kepengi.

Adam masada oturuyor.
Önünde yıpranmış bir kitap:
“Temel Hayatta Kalma Rehberi”.
Bazı satırların altı fosforlu kalemle çizili.

Kitabın sayfasına yakın plan:
Küçük, titrek bir el yazısıyla kenara düşülmüş not:

“Bu kitabı ne zaman almıştım?”

Kamera bu sorunun üzerinde bir an oyalanır.
Karanlığa hafif kesme.
Tek bir kelime belirir:

... YEMEK

1. BÖLÜM – YEMEK

Buzdolabı açılır.
İçeriden beyaz bir ışık taşar; 
oda olduğundan daha boş görünür.
Raflarda:
Yarım soğan, 
iki domates, 
ucu kurumuş bir peynir, 
küçük bir tereyağı parçası, 
yalnız bir limon.

Adam hiçbirini dramatize etmez.
Sanki bir envanter çıkarır gibi, tek tek bakar.

Mutfak masasında, açık kalan kitap:
Parmak şu satırda durur:

“Yemek:
En basit malzemeyle bile, bedenin devam etmesini sağla.
İsraf etme.”


Soğan doğranır.
Bıçağın tahtaya vurma sesi düzenli, neredeyse metronom gibi.
Arada dışarıdan geçen bir dolmuşun fren sesi karışır bu ritme.

Ufak bir tencerede yağ kızar.
Domatesler, soğanla birlikte tencereye düşerken, televizyonun ışığı duvarı yıkar geçer.
Ekranda kriz haberleri, savaş görüntüleri, seller, tartışma programları görünür, sesi kapalı.
Dünyanın gürültüsü, adamın mutfağında sadece ışık olarak dolaşır.

Adam basit bir yemek hazırlar.
Masanın üzerine koyar.
Oturur.
Yemeğin buharı hafif hafif yükselirken, kitap hala masadadır.
Göz ucuyla kitaba bakar, sonra tabağa döner.
Tabağın dibini ekmekle sıyırır.

Küçük bir an:
Sanki bir ritüelin son hareketi gibi, 
tabağın kenarına bastırır, sonra ağzına götürür.

Tabak boşaldığında, şehir aynı sesle devam eder.

Karanlığa kesme.

Tek kelime belirir:

... ATEŞ

2. BÖLÜM – ATEŞ

Akşam.
Şehrin ışıkları pencereden içeri dağılmış.
Karşı binanın balkonunda çamaşırlar kıpırdamadan duruyor; 
rüzgar yok.
Adam mutfakta ocağı yakmaya çalışır.
Bir, iki, üç kez.
Gaz sesi gelir, ama alev yok.
Çakmak tıklar, tıklar, tıklar.

Sessizlik uzar.

Kitabın sayfası:
Sanki kendi kendine açılıvermiş gibi, şu cümlede kalır:

“Ateş:
Isı, ışık, güvenlik.
Ateş yoksa, gece uzar.”


Adam çekmeceyi açar.
Eski, küçük bir kamp ocağı çıkar.
Yanında küçük, tozlu bir kartuş.
Elinde, iç mekânda ateş yakmanın tedirginliği.
Pencereyi hafifçe aralar.
Sanki içeride orman dumanı birikecekmiş gibi.
Ocağı yakar.
İlk alev bir an yükselir, yüzünü geri çeker.
Sonra alev sakinleşir; sabit, 
küçük bir mavi sarı karışımı.

Bu küçük ateş, mutfağın karanlık köşelerini yeniden çiziyor:
Duvardaki çatlakları, 
fayans arasındaki kirleri, 
camdaki lekeleri görünür kılıyor.

Adam sandalyeye oturur.
Ellerini alevin yakınında bekletir, 
ısınmak için değil, 
sanki ateşle tanışmak için.


Arka planda, komşu daireden bir kahkaha sesi gelir, 
hemen ardından televizyon jingle’ı.
Adam başını çevirmeden dinler.
Sonra gözlerini yeniden ateşe çevirir.

Masada duran mum.
Kibrit kutusu açılır, 
tek bir kibrit çöpü seçilir, 
usulca yakılır.
Mumda yeni bir ışık doğar.
Mutfakta artık iki kaynak var: 

kamp ateşi ve mum.

Kitabın sayfası rüzgarsız bir odada hafifçe titriyor gibi.
Gölge, harflerin üzerinden geçiyor.

Karanlığa kesme.

Tek kelime:

... SU

3. BÖLÜM – SU

Sabah.
Lavabo başı.

Musluk açılır.
İnce, halsiz bir su akışı… 
sonra kesilen bir nefes gibi durur.
Borulardan gelen boş “gluk” sesi odada yankılanır.

Adam şaşırmaz.
Bir süre musluğa bakar, 
sanki bir şey söylemesini bekler.
Sonra su kesikleriyle artık dost olmuş biri gibi, musluğu sessizce kapatır.

Mutfakta, kenarda duran plastik şişeler:
Bazıları yarım, bazıları boş.
Şeffaf bedenler, içinde azalan bir ışık taşıyormuş gibi.

Kitapta kısa, kuru bir cümle:

“Su:
Onsuz üç gün.”


Adam bir şişeden çaydanlığa az miktar su döker:
Kalanı dikkatle ağzını kapatır.
Diş fırçalarken, ağzını çalkalamak için sadece iki küçük yudum kullanır, 
üçüncü yudumu yutar.
Kaybedilecek su yok; her yudum bir karar.

Dışarıda, sokak çeşmesi.
Küçük bir kuyruk.
Bidonlar,
damacanalar, 
rengarenk plastik kovalar.

Adam, elinde iki basit şişeyle sıranın en sonuna geçer.
Kimseyle göz göze gelmez.
Ama herkesin elindeki su kaplarını tek tek inceler; 
sanki ormandaki diğer canlıların kabuklarını, gövdelerini inceliyormuş gibi.

Sırada, önünde bir çocuk var.
Çocuk sıkılır, şişesiyle oynarken biraz suyu yere döküverir.
Annenin sabırsız sesi duyulur; 
ama sözcükler anlaşılmaz, 
sadece tonu kalır.

Adam, refleks gibi, 
kendi şişesinden biraz suyu çocuğun şişesine boşaltır.
Hesap yapmadan, ölçmeden.

Dökülen suyun yerde oluşturduğu küçük leke ile şişeye dolan yeni su, aynı sahnenin iki uç noktası.


Çocuk, teşekkür edip etmeyeceğini bilemez.
Kısa bir bakış, çekingen bir yarım gülümseme… yetmez bile.
Ama adam için bu, günün ilk insan temasıdır.
Çocuğun bakışında, farkında bile olmadığı bir “tanıklık” vardır.

Şehir uğulduyor, çeşme başında her kap biraz daha doluyor.

Karanlığa kesme.

Tek kelime:

... BARINAK

4. BÖLÜM – BARINAK

Koridor sesi.

Kapı çalar.

Kameraya gösterilmeyen bir yüz, kapının aralığından konuşur: 
ev sahibi, görevli ya da temsil ettiği her şey.
Biz sadece sesin titresini duyarız; 
kelimeler eksik, 
cümleler yarım kalır:

“...kira...”
“...süre doluyor...”
“...bina yenilenecek...”
“...bir ay içinde…”

Adam sadece dinler.
Konuşmaz.
Başını hafifçe öne eğerek, neredeyse görünmez bir “tamam” işareti verir.

Kapı kapanır.
Koridorun ışığı kesilir, 
ev yeniden kendi loşluğuna döner.

Kitapta, sayfanın ortasında, kısa bir paragraf:

“Barınak:
Dışarısı değişken.
Dayanıklılık içerde.”


Adam dolabın en üst rafına uzanır.
Tozlu bir çanta indirir.
Küçük bir kamp çadırı.

Salonda, televizyonun karşısındaki halının üzerine çadırı kurmaya başlar:
Direkler, 
kumaş, 
fermuarlar.
Her klik sesi, evin içinde yeni bir coğrafya yaratır.

Salon, bir anda ikiye bölünür:

Dış taraf; eski eşya, televizyon, koltuk.
İç taraf ; çadırın mavi/yeşil kumaşının ardında, küçük bir dünya.

Çadırın içine bir yastık,
ince bir battaniye,
kitap, 
küçük bir su şişesi, 
el feneri bırakır.

Bunu yaparken, sanki bir çocuk için saklanma yeri hazırlıyormuş gibidir.

Işıkları kapatır.

Çadırın içindeki fener yanar.
Kumaştan süzülen sarı ışık, odanın karanlığına yumuşak bir leke düşürür.
Dışarıdan bakınca, apartman dairesinin ortasında, 
şehir göğünde kaybolmuş küçük bir yıldız gibidir bu çadır.

Adam fermuarı çeker, 
içeride kaybolur.

Bir süre sadece şunları duyarız:

Uzak bir siren, 
komşunun çektiği sifon, 
binanın eski tesisatından gelen ince uğultu.

Sonra sessizlik.

Karanlığa kesme.

Tek kelime:

... ZİHİNSEL DAYANIKLILIK

5. BÖLÜM – ZİHİNSEL DAYANIKLILIK (FİNAL)

Sabah.
Çadırın içinde uyanan adam.
Fermuar yavaşça açılır.
Dışarıya hafif bir ışık sızar.
Perdeden içeri giren gün, şehrin bugün de uyumadığını hatırlatır.

Masa.
Aynı masa.
Bu sefer kitabın yanında bir defter var.

Adam oturur.
Kalemi eline alır.
Kitaba değil, deftere bakar.

Sayfanın en üstüne tarih yazar.
Altına kısa cümleler düşer; sanki kendi hayatta kalma rehberini yazıyormuş gibi:

“Şehirde hayatta kalmak için:
1. Yiyecek bul.
2. Biraz sıcaklık yarat.
3. Susuz kalma.
4. Kendine bir köşe kur.
5.  ”

Beşinci maddeyi yazmaz, kalem durur.
Cümle, havada asılı kalır.

Mutfağın sessizliğinde yalnızca duvardaki saatin tik takları duyulur.
Şehrin gürültüsü bile bir an geri çekilmiş gibidir.

Adam telefonunu eline alır.
Rehbere göz gezdirir; isimler akar:

“Bakkal, Eczane, Eski İşyeri, Banka Şube…”

Hiçbiri “aranacak kişi” gibi görünmez.
Hepsi bir tür hizmet, işlem, mecburiyet.
Telefonu masaya bırakır.

Defterdeki beşinci maddeye tekrar bakar.
Bir karar verirmiş gibi yavaşça kalkar.
Kapıya yürür.
Kapı kolunu tutan el, çok hafif titrer.
Ama geri çekilmez.

Kapı açılır.
Koridor.

Sessiz, boş gibi görünen koridorda, aslında küçük detaylar vardır:
Duvara dayalı bir süpürge, 
yere düşmüş eski bir broşür, 
tavandan sarkan örümcek ağı,
merdiven boşluğundan süzülen zayıf gün ışığı.
Karşı dairenin önünde yaşlı komşu, 
elinde bağlanmamış bir çöp poşetiyle eğilmiş durmaktadır.

Poşet ağzı kapanmaz, içindekiler çok hafif görünür: 
biraz sebze artığı, 
eski gazete, 
boş bir süt kutusu.

Adam bir an durur.
Bu an, filmin en uzun sessizliklerinden biridir.
İki insan arasında, henüz kurulmamış bir cümlenin süresi kadar.

Sonra basit, düz bir sesle:

“İsterseniz ben atayım.”

Kadın başını kaldırır.
Gözlerinde şaşkın ama abartısız bir yumuşama.
Sanki yıllardır apartmanda herkesin birbirinin yüzünü bildiği, 
ama kimse kimseye seslenmediği bir düzende,
ilk defa biri cümle kurmuştur.

“Olur… Sağ ol.” der komşu;

kelimeler çok az, ton sakindir.
Çöp poşeti el değiştirir.

Ellere yakın plan:
İki yabancı, ince bir naylon üzerinden ilk kez temas eder.

Adam merdivenlere yönelir.
Koridorda sadece ayak sesleri kalır.

Apartman kapısı açılır, 
dışarının ışığı anlık bir patlama gibi içeri doluverir; 
hemen ardından kapı kapanır, 
koridor yeniden loşluğuna gömülür.

Ama biz artık bu loşluğun içinde yalnızca duvarları değil, 
bir ihtimalin izini de görürüz.

Dışarıda, apartmanın önünde, 
adam çöp poşetini konteynere bırakır.
Boş eliyle cebini yoklar; 
hiçbir şey bulmaz, 
ama elini cebinde bırakır.

Kısa bir süre sokakta durur.

Şehir akmaya devam eder:
Otobüs durağında iki kişi konuşuyordur,
bir motosiklet hızla geçer,
uzakta bir siren.

Adam başını biraz kaldırır, 
gökyüzüne bakar.

Gökyüzü, 
kablolarla, 
antenlerle, 
balkonlarla bölünmüş olsa da, 
ordadır.

Yüzünde, fark edilmesi bile zor bir değişim:

Ne gülümseme, ne hüzün.

Sadece içeride bir yerin, 
çok az da olsa, gevşediğini hissettirir.

Kamera yavaşça uzaklaşırken, 
ses olarak yalnızca şu cümleyi duyarız
ve yazı belirir. 

bu bir iç ses mi, 
kitapta okuduğu satır mı, 
yoksa bizim uydurduğumuz bir ses mi, 
belli değildir:

“Hayatta Kalma Becerileri:

Yemek. 
Ateş. 
Su. 
Barınak.
Ve bir insan sesi.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder